FutbolPedia 15
Sihirli ayakları yaratan kramponlar...
D.K: Kramponların tarihini araştıracak olursak bayağı bir geçmişe gitmemiz gerekiyor. Kayda geçmiş ilk krampon hikayesi 1526’da Kral 8. Henry’nin sipariş ettiği ‘futbol ayakkabısı’ terimiyle hayata geçiyor. Ne yazık ki o zaman 4 şiline yani bugünkü para ile £100’a malolan bu ayakkabılar, günümüze kadar ulaşmayı başaramamış. 1800’lere geldiğimizde, gelişen ve ilerleyen futbol endüstrisi içinde kapitalizm, kendisine yeni bir oyuncak daha bulmayı başarıyor. İlk ayakkabılar konçlu, yani basketbol ayakkabıları gibi yüksek yapılıyor. Futbol kuralları geliştikçe giderek kısalıyorlar. Deriden yapıldıkları için ıslanınca iki kat daha ağırlaşan bu ayakkabılar ile futbol oynamak, bir karış su içinde koşmakla eşdeğer sanırım.
1800’lerin sonuna kadar izin verilmeyen bazı uygulamalar yavaş yavaş kalkıyor, futbolcuların sağlıklarını ön plana alan ve oynamalarını kolaylaştıracak yenilikler gün ışığına çıkıyordu. Tabii öncelikle 1. Dünya Savaşı, sonrasında ise bugün Filistin halkına yaptıklarını Yahudilere zamanında yapmış olan Hitler ve 2. Dünya Savaşı munasebetiyle genelde futbolda dolayısıyla futbol kramponlarında fazla gelişme olmaz. O dönemlerde futbol ayakkabısı üreten üç şirket, bugün hala daha ayakta durabilmenin gururunu taşıyorlardır sanırım, Gola, Valsport ve Hummel.
Bu bahsettiğim üç şirketten ayrı olarak bir şirket daha var. Dassler Brothers Shoe Company, yani Dassler Kardeşler Ayakkabı firması. Sahipleri iki Alman kardeş, Adolf ile Rudolf Dassler. Daha sonraları ayrılıp, Adolf Adidas’ı, Rudolf ise Puma’yı kurup, iş hayatlarına devam edecek olan bu ikili, 1924 yılında 6 veya 7 çivili, eskisine nazaran daha hafif ve hava şartlarına göre çivileri değişebilen futbol ayakkabıları üretmeye başlayacaklardır. İkinci Dünya Savaşının sona ermesi ile birlikte giderek gelişmeye başlayan kramponlar, hava trafiğinin de ucuzlaması ile birlikte Güney Amerika devrimiden nasibini alır. Avrupadaki meslektaşlarına oranla çok daha fazla esneklik gösterebilen kramponlar giyen Güney Amerikalılar, top hakimiyetleri ve sahada sergiledikleri şovlarla izleyenleri büyülerler. Bu tarihten sonra kramponlar sadece basit bir ayakkabı olmadan öteye geçmiş, hafiflik ve top hakimiyeti gibi alanlarda çalışmalar hızlandırılmıştır.
1948 yılı ise Dassler kardeşlerin ayrılmasıyla başlar. Puma isimli şirketini kuran Rudolf Dassler, hemen krampon üretimine başlar ve tarihte ilk defa demir çivi yerine plastik kullanır. “Puma Atom” ismini verdiği bu kramponlar bileğe kadar yükselsede, yine de bir devrim niteliği taşır ve “Adidas” isimli firmasını aynı yıl kuran Adolf Dassler’de kardeşinin izinden gider. 1966 yılında ise piyasayı kavuran Adidas olur. Öyle ki, Dünya Kupasında forma giyen oyuncuların %75’i Adidas kramponları tercih eder.
Fakat 1970 Dünya Kupasını kazanan oyuncular Puma giymekte, bu oyuncuların içinde de Pele yer almaktadır. Sponsorluğun yeni yeni başladığı yıllarda, futbolculara para ödeyerek sadece belli bir marka giymelerini sağlayan anlaşmalar da bu yıllarda başlar. “Puma King” ayakkabıları ile ünlenen Brezilya Milli takımında ise bir maçta Pele’nin ayakkabısız oynamak istediği, hakemin bunu reddetmesi ile de Pele’nin gözyaşları içinde maçı oynadığı kulaktan kulağa yayılan bir efsanedir.
Aynı zamanda 1970’lerin sonunda ilk renkli kramponlar da piyasaya çıkmaktadır. Beyaz renkteki ayakkabılar hem futbolcular, hem de potansiyel müşteri taraftarlar tarafından aşırı ilgi görür. 1979 yılında ise etkisi günümüze kadar sürecek bir devrim daha yaşamıştır kramponlar. Adidas, “Copa Mundial” adını verdiği, ve dünya üzerinde hala daha en çok satan “Bestseller” ayakkabısını piyasaya çıkarmıştır. Sade bir görünüşü olan, siyah üzerine üç adet beyaz çizgi ile şekillendirilmiş bu kramponların en büyük özelliği, kanguru derisinden yapılmaları ve dolayısıyla hafif ve sağlam olmalarıdır. Bugün adını hafızalarımıza kazıdığımız bir çok oyuncu, o dönem dünya arenasında Adidas’ın basit ama etkili kramponları ile göstermişlerdir bütün hünerlerini. Futbolcu olsam ben de kesin bu ayakkabıları kullanırdım diyebilirim.
1990’ların başında hızlı yükselişini sürdüren Adidas, Craig Johnston’un tasarladığı “Predator” serisi ile bir kez daha rakiplerini alt eder. Bu kramponların en büyük özelliği falso kabiliyeti ve top hakimiyeti olduğundan ileriye yönelik orta saha oyuncuları ve forvetler çoğunlukla bu kramponları kullanır. 1994 Dünya Kupasında sahnelere giriş yapan Nike ise benim de hayal meyal aklımda olan Meksikalı bir oyuncunun sağ ayağına mavi, sol ayağına kırmızı krampon giymesi ile birlikte iyi bir reklam yapar. Daha sonra ise “Nike Mercurial” kramponları 1998’de piyasaya süren Nike, kramponların sadece 200 gram olması ile birlikte iyi bir satış rakamı elde eder.
Günümüzde ise sadece 80 gram olan futbol ayakkabıları giyiyor oyuncular. Ve reklam sporun çok daha fazla önünde. Baros’un pembe, Ronaldo’nun yeşil ayakkabıları tam bir market stratejisi. Örneğin sezon başında ayak parmağı kırılan Galatasaray’lı Barış Özbek’in sakatlığının, kramponlarının hafif olmasından dolayı meydana geldiği söyleniyor. Kapitalizm futbolu etkisi altına almaya devam ettikçe, bu işin sonu gelmeyecek ve bizler ayakkabılarına eş-dostun ismini yazdıran nice futbolcular göreceğiz... Ne dersin Okan abi, acaba çıplak ayakla oynamak en iyisimi ne?
O.D: Futbol her dönemde “1 Numaralı ” spor olmuştur. Gerek az gelişmiş Latin Amerika'da gerekse Avrupa'da hep yemyeşil zeminlerde ve 100 binlerce seyirciye hitap eden bir ortamda oynanıyordu futbol geçmişte ve şimdilerde... Futbol ayakkabıları diyeceğim ben Deniz çünkü o zaman dilimizde öyle idi, krampon da altındaki tümseklere yada çivilere denirdi. Şimdilerde krampon olduğu gibi tümüyle “futbol ayakkabısı” anlamına gelmektedir.
Ben 1960'ları dinleyerek, 1970'lerden itibaren de yaşayarak anlatacağım futbol ayakkabılarını. Tabi ki futbol sahalarının zeminlerinden bahsetmeden futbol ayakkabılarını anlatmak mümkün değildir diye düşünüyorum. Her zaman dinlemekten büyük keyif aldığım efsanevi Çetinkaya'nın ele avuca sığmaz Küçük Ayhan'ı, yani Ayhan amcayı sorguladım biraz. '1960'larda Adidas ve Puma vardı' diyor 'ama Uzunyolda Mavros'un vitrinlerinde seyrederdik onları!... Fiyatları 4.5 Kıbrıs Lirası idi ve onları almamız veya Çetinkaya'nın biz alması mümkün değildi. Bir kez santrafor Arap Erdoğan niyetlenmiş, Kulüp Başkanımız Şemiler'e iletmesi ile beraber küfürü yemesi de bir olmuştu' diye devam ediyor Ayhan amca...
O yıllarda ayakkabıcıların biraraya gelip kurduğu kooperatif olan AYKO veya CAMGÖZ'den alınırdı futbol ayakkabıları. Kulüpler 3-4 yılda bir alırdı genelde futbol ayakkabılarını. Kramponlar yani ayakkabıların altı, enlemesine dilim dilim çivi ile çakılı köseleydi. Üç dilim önde, bir dilim de arkada çakılıydı. Eskidikçe köseleler erir, çiviler ayağa batmaya başlardı. Futbol ayakkabıları hemen tamire gider ve çiviler ayağa battığı yerden eğilir veya dilimler değiştirilirdi!
Adamızda malzeme açısından şimdilerde olduğu gibi bolluk yoktu. Yani Gerd Müllerin ya da Santillana’nın giydiği ayakkabılarını aynı anda Ergün Spor Mağazasında da görmek pek mümkün değildi. Gerçi Ergün abi futbolun içinden gelmiş, oynadığı dönemde tribünleri ayağa kaldıran bir liderdi ama sattığı ayakkabı Çekoslavak malı ‘Cebo’lardı genelde. Cebo'lar 1970'lerde önce Rum tarafından kaçak getirilirken sonradan da Ergün abi tarafından Çekoslavakyadan ithal edildi. Kamyonlarla ingiltere'ye gider, ordan da gemiyle Kuzey'e gelen Cebo'lar yılda 4 bin çifte yakın satılırdı ve 1980'lerin '1 Numaralı' futbol ayakkabısıydı. Avrupanın en ucuzuydu ve fiyatları aşağı yukarı 4 sterling civarındaydı. Yaklaşık tüm kulüpler Cebo ayakkabısının müdavimiydi.
Az önce futbol sahalarımızın zeminleri diye söze başlamış ama devam etmemişim. Sahalarımızın zemini beton sertliğine yakın sıkıştırılmış topraktı. Hatta 1980’lerin başında iş biraz daha gelişmiş cilindirilerle sıkıştırılmış beton sertliğine yakın sahalarımıza küçük çakıllar da serpilmeye başlanmıştı... Maçtan önce de belediyenin aracı ile sahalar sulanmakta, zemin “futbol oynamaya elverişli” hale getirilmekteydi. (Tabi 1974’ten sonra Rumdan kalan Girne ve Akdoğan sahalarını hariç tutuyorum). Çakıllı ve cilindiri geçirelerek betonlaştırılmış zeminlerde futbol oynamak da elbette bir başka güzeldi. Seyretmek de... Ayağınız kaydımıydı derinin üst tabakası olduğu gibi sıyrılır gider ve g.tünüzden çakılları cımbızla çıkarmaları gerekirdi. Haftalarca iyileşmeyen yaralarla başbaşa kalırdınız. Ama bu futbolun süratini hiç kesmezdi adamızda. MTG’li Erdinç yine 100 metreci özelliğini konuşturup soldan kaptığı gibi gider Kaymaklı’da genç yaşta yitirdiğimiz sağbek Mustafa Makinist ise arkadan çakılları toplardı. Ama bir de yakaladı mı Erdinç’i vay haline ikisinin de...
İşte bu zeminlerde ne Pele’nin Puması, ne Gerd Müllerin Adidas’ı sökmezdi Deniz’im. Altında bulunan 6 yada 8 tane kramponla bu beton zeminin üstünde durmanız mümkün değildi. Ergün abinin Cebo’ları bu zeminlerin 'olmazsa olmazları'ydı. Cebo’ların altı sert lastik olup onlarca küçük kramponlar nakış gibi işlenmişti ve bu zeminlerde gerçekten iş yapıyordu. Üstü de bez olan bu ayakkabılar 1970’lerle 80'lerin tercih edilen futbol ayakkabılarıydı.
1980’lerden sonra futbol ayakkabıları gelişmeye ve çeşitlenmeye başlamıştı. Sert veya karla kaplı kaygan zeminlere, halı sahalara uygun biraz da kapitalizmin pazarlama anlayışıyla denk düşen ‘ürün çeşitlemesi’ noktasında bizim zeminlere uyabilecek ürünlerin ortaya çıkmasıyla Alman'ın Adidas, Puma ve İngilizin Mitre de Kıbrıs’ın Kuzeyinde kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamış, dünyayla gelişen ticaret ve ithalat da bunu teşvik etmişti.
Sonraları çim sahalarımızda artışı, ülke ekonomisinde gelişmeden ziyade bireysel ekonomilerde hissedilen iyileşme Van Bastenler, Gullit'ler, Ronaldinho’lar, Henry’ler olmasa da onların ‘kramponlar’ı sahalarımızda top koşturmaya başladı. Herşey hayalle başlar elbette. Biz küçüklüğümüzde onların oynadıkları topları düşlerdik ama yağmurda ağırlaşan, kafa vurdumun üç gün ‘mamırlayamadığınız’ toplarla oynar, Bayern Münih’li Müller’in ve Real Madrid’li Santillana’nın ayakkabılarını hayal ederdik. Yine o maçları ‘renkli’ görmeyi de hayal eder dururduk. Toplarla, futbol ayakkabıların hayalleri şimdilerde gerçek oldu. Renkli de görüyoruz maçları oynandığı saatte... Ama hala daha ülkemizde çıplak gözle seyredeceğimiz Real Madrid’i, Chelsea’yi, ManU’yu düşlerken, MTG-Anortosis Şampiyonlar ligi maçını da hayal etmiyor değiliz hani! MTG taraftarları ‘ULTRACROWS’ bu hayalin biraz da ‘tribün dilinde’ bestesini de yapmış söylüyorlar her hafta tribünlerde*
* Çekmişiz kafaları dalmışız hayallere
Çekmişiz kafaları dalmışız hayallere
2012’de Şampiyonlar Liginde
Koyacağız Anorthosise, koyacağız Anorthosise
Hayallerimiz elbet bir gün gerçek olacak
Hayallerimiz elbet bir gün gerçek olacak
Mağusa'mın bayrağı güneyde dalgalanacak
Yer yerinden oynayacak, yer yerinden oynayacak
blogunuza ilk defa giriyorum, tebrik ederim kaliteli bir blog hazırlıyorsunuz.
YanıtlaSilyazınız baya uzun olmasına rağmen okuttu kendini
Kıbrıslı bir futbolsever genç olarak o zamanın futbolu her zaman ilgimi çeker. Anlatılanlardan tahmin edebilirim o zamanlardaki futbolu. Güzel yazı yazdınız emeğinize sağlık.
YanıtlaSil